İnsanoğlu özgür doğmuştu.

Doğa ne ünvanlar, ne dinler, ne dini kurumlar ne de sansür veya mülkiyet yaratmıştı.

İnsanoğlu, bilmediği ya da anlamadığı bir gezegenin çilelerine karşı verdiği uzun bir mücadeleden sonra tarihöncesinden çıktığında, kendisi oldu.

İnsanoğlu, kendini aşamalı olarak baskılardan ve zincirlerden, hatta kendi kendine yarattığı zincirlerden de kurtararak, haklarını ortaya koymak zorundaydı.

İnsan hakları, bilinmeyen bir kökenin öne sürülmüş «haklarına» karşı ortaya konmamış veya gasp edilmemiştir.

İnsan hakları vardır, çünkü insanoğlu vardır.

İnsan hakları, apaçık gerçeklerdir.

İlk hak, ilk özgürlük, özgürce düşünme hakkıdır.

Bu ilk ve değiştirilemez özgürlük, vicdan özgürlüğüdür.

İnsanlar, kiliselerden önce de vardı.

İnsanlar, kiliselerden önce gelir.

Tanrılar, kiliseler, batıl inançlar, dogmalar, insan ürünlerinden başka bir şey değildir.

Daha Fazla Vicdan

«Işık! Daha fazla ışık!»

Yüzyıllarca öteden, Goethe’nin son sözlerine inanıyoruz.

Vicdan özgürlüğü, insanoğlunun, kendini ve diğerlerini sorgulama özgürlüğüdür.

İnsanoğlu yanılabilir ve mükemmelleştirilebilir, çünkü ona akıl ve bu sayede de eleştiricilik bahşedilmiştir.

Bu, insanoğlunun yaptıklarını tersine çevirebilir.

Art arda gelen insan nesilleri, kendilerini sonsuz bir zincire vuramazlar.

Kiliselerin aksine, özgür ve bilinçli insanoğlu, yanılmazlığı her zaman reddetmiştir, reddetmektedir ve reddedecektir.

Papalar için iyi olan şeyler, insanoğlu için iyi değildir.

İnsanoğlu mükemmelleştirilebilir, yani kendini düzeltip geliştirebilir; Cennet’i, hükmü kalmamış ve suçlu bir şey olarak veya gizemli ve erişilemez bir gelecek olarak değil, vicdani özgürlüğün mümkün kıldığı, günlük çabalar olarak görür.

Protagoras’ın da dediği gibi, «İnsan her şeyin ölçütüdür.»

İnsan dehası sınırsızdır. Evren’deki en küçük hücreyi parçalayabilir; aynı zamanda kendi yapısını yenileyebilir, gezegenler fethedebilir, dünyanın kökenleri üzerine çalışabilir veya kendi geleceği hakkında düşünebilir.

Heyhat ki, kendi yıkımını da programlayabilir.

İnsanoğlunun sonu, insanoğlunun elinden olacaktır ve mitolojiye göre asi Prometheus, ateşi, ona sahip olanlardan çalıp insanlara verirken de haklıydı; o, insanoğlunun kurtuluş mücadelesinin mecazi bir figürüydü.

Vicdan özgürlüğünü ortaya atarken -bu da insan özgürlüğüyle eş anlamlıdır-, insanoğlu, dini dogmalara rağmen her zaman ilerlemiştir.

Kiliseler, tutum ne olursa olsun, insanoğlunun attığı her adıma karşı çıktı ve o da her defasında haklarını savunmuştur.

Tarih

Vicdan özgürlüğü uğruna verilen şehitler ve kahramanların listesi, aşağıda kısaca değinilen bölümde bahsi geçenlerden çok daha uzundur.

Sokrates, öğrencilerinin kendi kendilerine düşünmesini istediği için katran içmeye mahkum edildi.

Sorbonne’da bir filozof olan Peter Abelard, kendi düşüncesinin rahiplerinkine denk olduğunu düşündüğü için sakat bırakıldı.

Galile, bir bilim adamı olarak, İncil’deki kilise hatalarındansa kendi çalışmalarının sonucu olan gerçekleri öğrettiği için hüküm giydi.

Aynı şey Etienne Dolet, Giordano Bruno, Michael Servet., Vanino Vanini ve nice başkaları için de geçerlidir.

Batı Dünyası’nda hakları belirlemek için ilk belge olan Magna Carta 1215’te İngilterede yayınlandığında, Canterbury Başpiskoposu Stephen Langton, sözleşmeyi desteklediği için Papa tarafından açığa alındı.

1789 İnsan Hakları ve Fransa Vatandaşları Deklerasyonu, Papa tarafından kınandı.

Charles Bradlaugh, 1880’de demokratik bir şekilde Westminster’a seçildiğinde, Parlamento’da Anglikan inancına bağlılık yemini etmemek için uzun bir kampanya yürütmek zorunda kaldı.

Bir İspanyol eğitimci ve özgür düşünceli birisi olan Francisco Ferreri Guardia, Roman Katolik hiyerarşisinin isteği üzerine idam edildi.

Özgür düşünceli ve özgürlükçü Chevalier de la Barre, Roman Katolik Kilisesi’nin emriyle, Alman Özgür Düşüncesi’nin lideri Max Sievers ise Naziler tarafından 1943 yılında Hamburg’da idam edildi.

Bu liste uzar gider.

Bu, dogmalarla vicdan özgürlüğü arasındaki bitmez tükenmez mücadelenin kanıtıdır.

Bugünlerde

Kiliselerin, bilinçli insanlara baskı uyguladığı ve eziyet ettiği herkes tarafından görülebilir. Kiliseler değişmedi.

Birkaç örnek vermek gerekirse; Pakistan’da, Dr. Yunus ŞŞayk, uluslararası bir dayanışma kampanyasından sonra Avrupa’da sığınma bulamadan, kafirlikle suçlandı ve 2001 yılında ölüme mahkum edildi. Ölüm hücresinde yaklaşık üç yıl geçirdi.

Nijerya’da bir aktivist olan Leo Igwe, «cadılık»la suçlanan insanları savunduğu için polis tarafından defalarca tutuklandı ve kötü muameleye maruz bırakıldı. Ocak 2011’de, onun adına yürütülen uluslararası bir kampanya sonucunda, iki günlük hapis süresinden sonra serbest bırakıldı.

İtalyan yargıç Luigi Tosti, çarmıhlarla süslü bir mahkeme salonunda görev yapmayı reddetiği için işinden kovulmasının ardından, yeniden göreve getirilmek için bıkıp usanmadan bir kampnaya yürütüyor.

18 Mart 2011’de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin başvuru yetki merkezi olan «Yüce Divan» (bundan böyle Berlusconi’nin hükümeti olarak anılacaktır), İtalya’daki devlet okullarının sınıflarında çarmıhların bulunmasının devam etmesini isteyen İtalyan hükümeti lehine karar vermiştir (Bu dava ayrıca «Lautsi Davası» olarak da bilinir).

Başka bir yığın örnek verebiliriz; mesela, Fransa-Avignon’daki bazı resimlerin ’kafirce’ addedilmesi üzerine, Katolik bir komandonun bu resimleri parçalaması.

Vicdan Özgürlüğünü Kazanmak, Savunmak ve Yeniden Tesis Etmek

Diğer herhangi bir hak gibi, vicdani özgürlük hakkı da deklerasyonlar, anayasalar, düzenlemeler veya yasal belgeler gibi, hukukla korunmalı.

Kimi ülkelerde bu düzenlemeler mevcut. Bu, Amerikan Anayasası’ndaki İlk Değişiklik olayıdır: «Kongre, hiçbir dinin kurulmasına dair yasa yapmayacak ya da bu sebeple tatbikini yasaklamayacak; ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü ya da barışçıl bir şekilde bir araya gelen insanların haklarını ya da hükümete sorunların çözümünü talep eden insanların haklarını kısıtlamayacak.» (1791) Fransa’daki Devlet ve Kiliselerin Ayrılması Kanunu (1905): «Cumhuriyet hiçbir ibadeti tanımaz ve desteklemez, hiçbir ibadete fon sağlamaz. Sonuç olarak, bu yasanın ilanının ertesi, 1 Ocak’tan itibaren dinlerin tatbiki de dahil tüm masraflar, Devlet’in, departmanların ve komünlerin bütçesinden çıkarılacaktır», Meksika Anayasası, Madde 3 (1917) «Kilise’nin herhangi bir gayrimenkulü satın alması, sahiplenmesi veya yönetmesi yasaktır, Kilise’nin hiçbir yasal mevkisi yoktur», Portekiz ve Sovyet Rusya 1917, Bolivya Anayasa referandumu (2009) ve geçici Nepal Anayasası (2007).

Bu düzenlemelerin sert tepkiler aldığını belirtmeliyiz ve 1940 Vichy rejiminden beri tüm hükümetlerin Ayrılık Yasası’nı ihlal ettiği Fransa göz önüne alındığında, savunma ve yeniden yapılandırma gereklidir.

Bu yüzden, vicdan özgürlüğü konusunda verilen çabaların her birini kucaklıyoruz, tıpkı son zamanlarda Birleşik Krallık’taki kafirlik suçalamasının kaldırılması gibi. Mart 2010’da Polonya’da piskoposluk dergisi Gosc Niedzielny ve Katowice Başpiskoposu, feminist aktivist Alicja Tysiac’ı Naziler’e benzettikleri için cezaya mahkum edildi. Diğer kazanım örnekleri de bilinmekte.

İrlanda Cumhuriyeti halkı tarafından seçilen parlamenterlerin yenileyerek sundukları, «Katolik Kilisesi ve devlet arasındaki özel ilişkinin bitirilmesi» talebini; Avustralya’da, ABD’deki dini okulların («voucher»ler) ve dini kurumların fonunun halk tarafından karşılanmasına karşı sürdürülen yasal mücadeleyi; Quebec’te, halk vaizlerinin konseylerden çıkarılması için verilen yorulmak bilmez emekleri selamlıyoruz.

Polonya ve İtalya’daki ruhban sınıfı karşıtı gösterileri; Lübnan, Beyrut’ta, halkın payına dayalı güç paylaşımının karmaşık bir karışımı olan bir politik sisteme sahip bir ülkede sokaklara dökülen ve «Tek Çözüm Laiklik» diyen binlerce insanı; Tunus’ta, «Laiklik = Özgürlük ve Hoşgörü», «Laik Bir Tunus İçin» sloganlarıyla ayaklanan binlerce göstericiyi; Londra’da, Roman Katolik Kilisesi Lideri’nin ziyareti sırasında yürüyüş yapan ve «Bunu Papa Ödesin» diyen binlerce göstericiyi; İspanya’daki laiklik taraftarı göstericileri selamlıyoruz.

Her iklimde ve her kıtada biçim çok çeşitli, ama içerik, temelde aynı: vicdan özgürlüğünün gerekliliği!

Bizler, kilise ve devlet arasındaki anlaşmalara, din savaşlarına ve medeniyetler savaşına karşı mücadele ediyoruz.

Yansımalar

1904 yılında Roma’da yapılan Dünya Özgür Düşünce Kongresi’ndek teklifler ve çözümler de dahil olmak üzere, geleneklerimiz ve mücadelelerimiz, bağlılığımızın göstergesi ve yeminidir.

1904’te Roma’daki Dünya Kongresi geleneğini takiben, 10 Ağustos 2011’de Oslo’daki Dünya Kongresi’nde bulunan ve Uluslararası Özgür Düşünce Birliği’ni kuran delegeler, Dinlerin finanse edilmesinin ardındaki gerçek ve Din kurbanları için adalet adıyla geçen iki kampanya başlatmaya karar verdiler.

Din ve Devlet’in Ayrılığı anlamına gelen vicdan özgürlüğünü savunduğumuz için, kendilerine ’spiritüel’ diyenlerin yararına, dinlerin finansmanının, devletlerin bütçelerini sağlık ve eğitimden kısmaya zorlayarak kısıtlayan bu «mor ekonomi»nin temeline inmek istiyoruz.

Din kurbanları için adalet istiyoruz.

Adalet, tövbe değildir.

Tövbe, kendini insanların yasalarından üstün gören Kiliseleri bağlayan, dini bir davranıştır.

Adalet, yani bir onay talep ediyoruz; davalı suçlu bulunduğunda, yasal, finansal ve ahlaki onay talep ediyoruz.

Kiliseler tarafından uygulanan, kurum içinde bir kuruma dönüşen cinsel taciz kurbanları için adalet istiyoruz!

1215’teki Dördüncü Lateran Konseyi’nde helal kılınan, Yahudilere sarı bir kolluk takılmasını, Yahudilere, Müslümanlara ve tanrıtanımazlara karşı engizisyon kurulmasını emreden ayrımcılığın kurbanları için adalet talep ediyoruz!

Afrika, Asya, Latin Amerika ve Kuzey Amerika’daki toprakları ellerinden alınan ve hakları gasp edilen, sömürgeleştirilen ve «kutsanan» halklar için adalet istiyoruz! J. Kenyatta’nın sözlerini hatırlatacak olursak: «Beyazlar Afrika’ya geldiğinde, bizim elimizde topraklar, onların elinde İncil vardı. Bize, gözlerimiz kapalı dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onların elinde topraklar, bizim elimizde İncil vardı.»

Bütün insanların vicdanı göz önünde bulundurularak, bilimsel araştırmalar için tam bir özgürlük istiyoruz.

Kadınlara, kendi bedenlerini kontrol etme hakkı tanınmasını istiyoruz.

Erkekler ve kadınlar için eşit politik ve sosyal haklar istiyoruz.

Eğitim ve dinin birbirinden tamamiyle ayrılmasını istiyoruz.

Aileler çocuklarına iyi olduğunu düşündükleri şeyleri öğretmekte özgürler, ama eğitim, yalnızca halk eğitiminin görevi olmalıdır.

Biz, insanları düşünceleri yüzünden suçlamıyoruz.

Biz, kamu kuruluşlarını, insanlara belirli görüşleri empoze ettikleri için suçluyoruz.

Perspektifler

Bizler, Oslo’daki Dünya Özgür Düşünce Kongresi’nde bulunan, can alıcı vicdan özgürlüğü konusuyla yüzleşerek, kendi mücadelemiz ve mevcut durum süresince, organizasyonlar ve birliklerin yerlerini almaksızın, ulusal veya uluslararası her ne şekilde olursa olsun, beyan ederiz ki;

  • Vicdan özgürlüğü, demokrasinin esaslarındandır.
  • Vicdan özgürlüğü, insan türünün bağımsızlığının esaslarındandır.

Söz veriyoruz ki;

  • Bu özgürlüğü, her yerde ve herkes için savunacağız.
  • Düşünceleri yüzünden mahkum edilen veya mahkum edilebilecekler için dayanışma içinde olduğumuzu, dostça ve ağırbaşlı bir şekilde ifade edeceğiz.
  • Bu manifestoyu kabul eden herkesi, mücadeleye katılmaya davet edeceğiz.
Categories: Manifestosu